Dünya’yı kirlettiğimiz doğru mu? Karbon emisyonu nedeniyle soluduğumuz hava bizi yoruyor mu? Giydiğimiz kıyafetler çocuklarımızın kaşınmasına mı sebep oluyor? Yediğimiz hamburgerleri pişirmek için fazlaca yağı göğü ısıtmakta mı kullanıyoruz? Peki, kurduğumuz firmalarımız ne durumda? Personelimize sağladığımız servis hizmetinden, harcadığımız kağıdın gramajına kadar çevreyi kirletiyoruz. İş süreçlerimizi doğru yöneterek ve kaynak kullanımını dikkatlice belirleyerek, veriye dayalı, ölçülebilir ve multidisipliner araştırmaları süreçlerimize dahil ederek çevreye vereceğimiz zararı azaltabiliriz.

İklim krizi, dünya genelinde milyonlarca insan üzerinde yıkıcı bir etki yaratmıştır. Bu gerçeği artık görmezden gelemeyiz ve hemen harekete geçmeliyiz.
Greta Thunberg
Aktivist

Sürdürülebilirlik kavramı, aslında her zaman farkında olduğumuz, fakat kütlesel olarak hareket etmediğimiz bir konuydu. İnsan nüfusunun artması ve bu nüfusu beslemek için algılarımızı bu konuya yönlendirmemiz gerekliliği ortaya çıktı. Önce kendimizden başlayarak bu soruya yanıt aramaya başladık: “Bu sürecin neresinde yer alıyorum?” Toplumun içinde bulunduğumuz kültür bir farkındalık yarattı. Tek başımıza hareket etmenin yeterli olmadığını fark ettik ve bu nedenle tüm bireysel çabalarımızı birleştiren aksiyonlar geliştirdik.

Doğayı koruyabilmek ve daha az zarar verebilmek amacıyla yaşam tarzımızı bu hedeflere göre şekillendirmeliyiz. En önemli farkındalık çalışmalarımızdan biri, israf ettiğimiz kaynaklar ve gerçek ihtiyaçlarımız üzerine düşünmek olmalıdır. Mağazalarda karşılaştığımız birçok ürün, gerçekten ihtiyaç duyduğumuz şeyler mi? Bu kararları hem patronlar hem de çalışanlar olarak birlikte vermeliyiz. Personellerimizin bu konudaki fikirlerini dinliyor muyuz? Onlardan gelen geri bildirimleri değerlendiriyor muyuz? Çünkü onlar da ürettiğimiz ürünleri tüketen kullanıcılar veya müşterilerdir. Tüketim süreçlerinin gerçek hedef kitleye ulaşabilmesi için, geri bildirimlere önem vermeliyiz.

Dünyanın öbür ucundaki bir denizde markamıza ait bir elbisenin ya da bir balığın midesinden çıkan içecek şişesinin düşüncesi bile bizi düşündürmelidir.

• Bu suçu işlerken yalnız mıydık?
• Kitleler halinde mi hareket ediyoruz?
• Yoksa biri bizi mi zorluyor?

Bu soruların cevabı önemli değil; çünkü artık değişmesi gerektiğinin farkındayız. Avrupa’da, verimli enerjiyle üretilen ürünler marketlerde etiketleniyor ve hangi yiyeceğin dünyayı ne kadar kirlettiğini işaretlerle görebiliyoruz. Bu uygulamalar artık yabancı değil. Elektronik aletlerde, özellikle beyaz eşyada enerji sınıflandırma etiketleri bulunuyor. Bu etiketler, A sınıfı enerji tasarrufu sağladığını belirtiyor, hatta A++ gibi yeni sınıflandırmalarla ilerliyor. Bu, doğaya en az zarar vermeyi hedefleyen yöntemlerin sürekli geliştiğini gösteriyor.

Büyük ticari şirketler, ileri dönüşüm konusunu ele alarak çevreye katkıda bulunuyor. Atıklardan yapılan ayakkabılar, pet şişelerden oluşan mimari tasarımlar ve bozulmuş cihazların tamir edilmesi gibi uygulamalar, trend haline gelmiştir. Sanatçılar bu konularda farkındalığı artırarak destek oluyor.

Toplumsal hareketlerin gerçekleşmesi için bireylerden başlanarak ilerlenmelidir. Çevreyi koruma hedefi, insanın doğayla olan ilişkisini gözetir. İçinde yaşadığımız doğa, bir bütün olup insanın onsuz olamayacağı aşikardır. Çalıştığımız şirket, yaşadığımız site veya kullandığımız taşıttaki çevresel katkılarımız önemlidir. Gereksiz yere harcanan bir damla enerji, doğayı kirletecek başka bir enerjiye dönüşmemelidir. Enerjiyi bireysel alanlarda verimli kullanarak doğanın korunmasına en büyük katkıyı sağlayabiliriz.